ref: refs/heads/v3.0

Karatay Diyeti, sizi hem hastalıklardan, hem hastalık korkusuyla sigorta poliçelerine bağımlı yaşamaktan kurtaracak.

Karatay Diyeti, sizi hem hastalıklardan, hem hastalık korkusuyla sigorta poliçelerine bağımlı yaşamaktan kurtaracak.
26.11.2013
5
A+
A-

Prof. Dr. M. Canan Efendigil Karatay, mesleğe 50 yılını vermiş değerli bir hekim. 4 farklı kıtada hekimlik yaptı, gezdi, gördü, farklı ülkelerin beslenme alışkanlıklarını gözlemledi ve Türk insanı için ‘en uygun’, ‘en iyi sonuç’ veren diyet formülü geliştirdi. Bu formülün adı Karatay Diyeti. Tamamen Türk damak zevkine göre hazırlanan Karatay Diyeti’nde, tereyağlı pastırmalı yumurtadan, kuru fasulye yemeğine kadar birçok alternatif var.  Günde iki yumurta yiyerek ve mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlayarak da zayıflayabileceğimizi anlatan Karatay’ın kitaplarındaki en şaşırtıcı bilgilerden biri ise: Kolesterol’ün aslında mutluluk hormonu, stres hormonu ve seks hormonlarının besin kaynağı, yani insan hayatı için ‘can simidi’ olduğu…  Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, büyük ilgi uyandıran ve satış rekorları kıran ‘Karatay Diyeti’ kitabının ardından ikinci kitabı ‘Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık’ Kitabı ile de uzun süre gündemde kaldı. Son olarak geliştirdiği beslenme perspektifine uygun yemek tarifleriyle dolu kitabı ‘Karatay Mutfağı’ nı yayınlayan Karatay, kuşkusuz son yılların en çok tartışılan bilim kişilerinden biri… İşte Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay’la tüm bunları konuştuk…

 

Kitabınızın önsözünde de yer aldığı üzere, Dünya Sağlık Örgütü ile Bill Gates Vakfının birlikte yürüttükleri, dünya çapında yapılmış kapsamlı bir araştırma sonucunda 2008 yılında bütün dünya nüfusunun üçte biri kilolu, dokuz yetişkinden biri de aşırı kilolu bulunmuş… Kitapta başka araştırmalardan da bahsediyorsunuz ve kitabınızı bu bilimsel çalışmaların ışığı altında hazırladığınızı yazmışsınız. Karatay Diyeti nasıl ortaya çıktı?

karatay diyeti ile sağlıklı yaşam

karatay diyeti ile sağlıklı yaşam


Yurtdışında 17 yıl yaşadım ve çalıştım. İngiltere, Güney Afrika, Amerika ve Anadolu’da olmak üzere 4 kıtada hekimlik yaptım. Özellikle yurtdışında yaşadığım süre içinde gördüm ve izledim ki, her halkın beslenme ve yaşam biçimi bambaşka oluyor. Amerika veya Avrupa’da mucize diye ortaya atılan diyetler Türk halkının alışkanlıklarına kesinlikle uymuyor. Onların diyetleri, tamamen kendi halklarının alışkanlıklarına yönelik olarak hazırlanmış! Mesela, Rusya ve İskoçya’da sabah kahvaltısında, mutlaka balık yeniyor. ABD’de ise mısır gevreği…

Amerika’da yaşarken yoğurdumu evde yapıyor, yemeklerimi de kendim pişiriyordum. Örnek olarak, kahvaltıda pastırmalı veya sucuklu yumurta, beyaz peynir, zeytin vb gibi alıştığımız ve hayatımız boyunca yediğimiz kahvaltılıkları arayıp buluyor, gerekirse Türkiye’den getirtiyorduk. Hiçbir zaman Amerikalıların meşhur bir kâse süt ve mısır gevreğine alışamadık. Mısır gevreklerini, boş kalorili ve işlenmiş gıda olması, birçok katkı maddesi, şeker ya da tatlandırıcı içermesi nedeniyle hiç evimize sokmadım. Amerikalı dostlarımız bizim kahvaltıya şaşırıyor ama evimize misafir gelip yedikleri zaman çok beğeniyorlardı. İşte bu ve buna benzer deneyimler, daha oralardayken ‘Türk halkında problem ne?’ sorusunu aklıma getirdi ve bu sorunun cevabını uzaklardan gözlemleme fırsatı verdi. Çünkü çocukluğumdan itibaren Türkiye’de büyümüşüm, Anadolu adetleri ile yetişmişim, en önemlisi ülkemi, ülkemde yetişen doğal yiyecekleri ve Türk halkını çok seviyorum… Merak bu noktadan çıkmış oldu.

 

Kilo almak ve kilo vermek çok basit iki kavram gibi görünüyor fakat siz kitapta bunun tıbbi tanımını yapmışsınız.  Yağlar vücudumuzda nasıl birikiyor, bu mekanizma nasıl işliyor?
Ağzımıza bir lokmayı alıp çiğnemeye başladığımız anda, kan şekerimiz ve kan insülinimiz birlikte yükselmeye başlar. Yemek yedikten ortalama 2-2,5 saat sonra ise insülinin etkisi sonucu kan şekerimiz azalır. Kan şekeri, insülin hormonu etkisi ile nefes almamız, yürümemiz, yemek yememiz, kitap okumamız, evde veya işte çalışmamız, uykumuz vb işler için gereken enerjiyi sağlar… Aynen arabalarımızın motorunun çalışması için benzinin yakılması gibi, kan şekerimiz de insülin hormonu sayesinde yakılmış ve bize o an için gerekli olan enerjiyi sağlamış olur. Bu nedenle yemekten 2-2,5 saat geçtikten sonra kandaki insülin hormonu ve şekerimizin düzeyleri giderek düşmeye başlar! Yediğimiz herhangi bir gıdadan sağlanan enerji çok fazla ise (aşırı miktarda gıda tüketilmesi durumunda ya da fizik aktivitemiz çok az olduğu için) bünyemiz yükselen kan şekerinin hepsini yakıt olarak kullanamaz!  Bu durumda, insülin hormonunun ikinci görevi devreye girer. İnsülin hormonunun önemli ikinci görevi, artmış kan şekerini depo yağlarına dönüştürerek (trigliserid) vücudumuzda yağ olarak depolamasıdır. Bu arada yemek yedikten aşağı yukarı 2-2,5 saat geçtikten sonra vücudumuza enerjinin (yakıt ve benzin) sağlanması amacı ile bu sefer pankreasımızdan glukagon denilen bir hormon daha salgılanır. ‘Glukagon hormonu’ da karaciğerimizde önceden depolanmış olan yedek şekerin kanımıza geçmesini ve yakıt olarak kullanılmasını sağlar. Bu şekilde motorun çalışmasını devam ettirebilmek amacı ile gerekli olan yedek yakıt kullanılmış olur. Karaciğer deposundan sağlanan yedek benzinin miktarı çok fazla değildir. Bu nedenle kısa süre içinde tükenir. Normal ve sağlıklı şartlarda, herhangi bir gıda yemeden ve acıkmadan 4-5 saat geçirebilmemiz; bu hormonların düzenli, yeterli ve etkili bir şekilde uyum içinde çalışmaları sonucu mümkün olmaktadır. Yemekten 2 saat sonrasına kadar insülin hormonunun, bundan 2 saat sonrasına kadar da glukagon hormonunun etkisi devrededir. Bu zaman zarfında yani yemekten 4-5 saat sonra ağzımıza bir lokma dahi koymadan normal yaşamımızın devam etmesi amacı ile ‘leptin hormonu’ adında (son derece önemli olan) bir hormon salgılanmaya başlanır. Leptin hormonunun görevi, vücudumuzun çeşitli bölgelerinde önceden depolanmış olan yağları yıkarak, vücudumuza gerekli olan yakıtı ve dolayısı ile enerjiyi sağlamaktır. Leptin hormonu, ikinci yedek depodaki benzinin yakıt olarak kullanılmasını sağlamaktadır.

 

Uzmanların tavsiye ettiği sık sık ve az az yiyin sözünün tam tersini savunuyorsunuz.  Sık sık yemek metabolizmayı hızlandırmaz mı?
Tabii ki hızlandırır… Ancak sık sık yemek yediğimiz zaman kan şekerimiz ve insülinimiz de sürekli olarak yükselmekte ve yüksek kalmaktadır. Kan insülin değerlerinin normal düzeylere inmesine imkân verilmemektedir. Hızlı metabolizma ve yüksek kan insülin değerleri, yağların yıkılmasını (yakılmasını) değil de yağların depoya gönderilmesini sağlar. Yağların depo edilmeleri sırasında ise birikmiş olan yağların enerji olarak kullanılmaları mümkün değildir!

Bütün yağlar zararlı mıdır?
Doğal olan bütün yağlar, sağlıklıdır… Zararlı değildir! Vücudumuzda biriken yağların sağlıklı olarak yıkılması da, ancak sağlıklı yağlar yiyerek mümkün olmaktadır. İnsana zararlı olan, doğallıkları bozulmuş yağlardır.

Sağlıklı yağlar, tereyağı, hayvansal katı yağlar, balık yağı yani Omega-3; bozulmamış (ısıl işlem görmemiş) olan mısırözü ve ayçiçeği yağları yani Omega-6; zeytin ve fındık yağları yani Omega-9 yağlarıdır. Yaşayan bir organizmada tüm hücreleri çevreleyen hücre zarları vardır. Hücre zarları, hücrelerin nefes alması, beslenmesi, korunması ve normal çalışmasını sağlar. Bütün hücre zarlarını, temel yapı taşları olan Omega-3, Omega-6 yağları ve kolesterol oluşturur. Bu tür yağlar doğal olarak her gün düzenli bir şekilde tüketilirse, hücrelerin nefes almaları, beslenme ve çalışmaları normalleşecek, sonuç olarak insülin ve leptin direnci kırılacaktır.

 

Karatay Diyeti kitabının en sonunda haftalık liste vermişsiniz. Bu listede akşam bile olsa yürüyüş öneriyorsunuz. Kitabın ikinci bölümünü ise spor yapmaya ayırmışsınız. Neden spor yapmadan sağlıklı kalınmaz?
Rutin bir şekilde muntazam ve sürekli olarak yapılan egzersiz insülin ve leptin direncini kırar ve gelişmesini önler. Egzersiz ile organizmada gelişen yararlı değişiklikler şunlardır: Egzersizin ilk 15-20 dakikasında enerji olarak, bacak adalelerinde glikojen olarak depolanmış olan ‘şeker’ yakıt olarak kullanır. Egzersizin süresi 20 dakikadan daha fazla olursa, enerji olarak kanda bulunan şeker ve serbest yağlar kullanılır. Dolaşımda bulunan birikmiş yağ ve şekerler bu şekilde azalır. Böbrek üstü bezinden adrenalin hormonu salgılanır. Bu sırada adrenalin hormonu depo yağlarımızı yıkarak gerekli enerjiyi sağlar.  Uzun süren egzersiz sırasında yorgunluk hissetmemizin nedeni, salgılanan adrenalin hormonudur. Tokluk hissetmemizin nedeni de adrenalin hormonunun bir süre daha depo yağlarını yıkmaya devam etmesine bağlıdır. Eğer egzersiz 40 dakikadan fazla sürecek olursa, karaciğer ve vücudumuzda depo edilmiş olan birikmiş yağlarımız yıkılarak kan şekerine dönüşür ve gerekli enerji sağlanır. Burada dikkat edeceğimiz nokta, herhangi bir egzersiz programına başlarken aktivite süresini birden bire değil de yavaş yavaş artırmaktır. Örnek olarak, yürüyüşümüze bir hafta içinde en az 3-4 kez muntazam bir şekilde 15-20 dakika ile başlayıp, her hafta kendi enerji düzeyimize ve yorgunluk hissetmediğimiz süreye göre 5-10 dakika artırabiliriz.

 

Kitabınızda bir Hipokrat sözü yer alıyor “ uzun yol yürüyen uzun yaşar” yürüyüş yapmak neden çok önemli?
Düşük kan şekeri hedefine ulaşmak için her gün en az 50-60 dakika yürüyüş yapılmasının şart olduğunu bir kez daha hatırlatırken; fizik aktivite azlığı yani tembellik, hareketsizlik ve uyuşukluğun insülin ve leptin direncinin başlamasında en önemli ve ilk faktör olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Bunların yanında düzenli fizik aktivite yaparken beynimizde mutluluk hormonu denilen ‘endorfin’ ve egzersiz sırasında böbrek üstü bezinden de ‘adrenalin’ salgılanmaya başlar. Bu iki hormon da egzersiz sonunda vücutta doğal olarak rahatlama, gevşeme ve uyku haline neden olur. Yani egzersiz sonunda doğal bir şekilde stres giderilmiş olur.

“Doğal olan bütün yağlar sağlıklıdır… Zararlı değil!” diyorsunuz. Biz yıllarca yağların zararlı olduğu inancı ile hareket ettik, salatamızda bile yağ kullanmadık.  Doğal olan ve olmayan yağlar neler?
Bildiğimiz gibi yemeklerimizde kullandığımız yağlar, hayvansal katı yağlar yani doymuş yağlar ve bitkisel sıvı yağlar yani doymamış yağlar olarak iki gruba ayrılmaktadır:

Doymuş yağlar, hayvansal kaynaklı olan katı yağlar ve tereyağıdır. Bu yağlar, doğallıkları bozulmadan tüketildikleri takdirde zararlı değil, bilakis sağlıklı bir vücut için olmazsa olmaz ana besin maddeleridir. Bağışıklık sistemimizi kuvvetlendiren temel yapı taşlarıdır.

Doymamış olan yağlar, bitkisel kaynaklı olan sıvı yağlardır. Bitkisel kaynaklı sıvı yağlar da üç alt gruba ayrılırlar:

1.  Tekli doymamış yağ grubunda, Omega-9 grubundaki gibi (zeytinyağı ve fındık yağı) faydalı sıvı yağlar bulunur.

2.  Çoklu doymamış yağ grubunda, Omega-3 (balık yağı) ve Omega-6 (doğal yani ısıl işlem görmemiş soğuk pres yöntemiyle üretilmiş mısırözü, ayçiçeği yağları) gibi bitkisel sıvı yağlar vardır.

3.  Çoklu doymamış trans yağlar da, doğallıkları bozulmuş bitkisel kaynaklı sıvı yağlardır. Trans yağlar, fabrikasyon işlem ve yanlış kullanma sonucu doğallıklarını kaybetmişlerdir. Bu yağlar bozulmuş olan yani ısıl işlem görerek üretilmiş ve kızartmalarda daha da zararlı hale gelen rafine mısırözü, ayçiçeği, kanola, pamuk, soya yağları gibi bitkisel sıvı yağlar ve bu yağlardan elde edilen margarin türü yağlardır.

İşte bu sebepler son bilimsel buluşların ışığı altında bütün yağları suçlamak yerine, doğal olmayan zararlı yağlar yani trans yağlar ve doğal olan faydalı yağlar olarak iki gruba ayırmalıyız. İşlemden geçmiş olan bütün bitkisel yağlar doğallığını kaybetmiş, sağlığa zararlı Omega-6 içermektedir. Bütün margarinler ve her türlü hazır yiyecekler de işlenmiş olduklarından dolayı bozulmuş, yani trans yağa dönüşmüş Omega-6 içerirler.  Omega-3 ve Omaga-6 yağları ile trans yağlar konusundaki detaylı bilgileri ve vücuda etkilerini Karatay Diyeti ve Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık kitaplarında şekil detayları ile birlikte bulabilirsiniz.

 

Karatay Diyeti’ni en cazip kılan şeylerden biri de, diyet reçetesinde yumurta bulunması, hatta siz her gün iki yumurta yenilmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Yumurta kolesterolü tetiklemiyor mu?
Hayır. Doğal (özgür olarak gezinen ve doğal yemle beslenen) tavukların yumurtası kan kolesterolünü yükseltmez. Aksine kolesterolsüz ve sağlıklı bir hayat için her gün iki adet bütün doğal yumurta yenmelidir.

Dikkat edilecek en kritik nokta, yumurtaların çok katı olarak haşlanmamış olmasıdır! Yumurtaları yağda kavurmadan, yakmadan, yani doğallıklarını bozmadan pişirmek gerekmektedir. Yumurtalar kayısı kıvamında suda haşlanabilir, saf tereyağında pişirilebilir ya da omlet olarak hazırlanabilir. Bu yollarla doğal bir şekilde tüketilen yumurta kan kolesterolünü yükseltmez.

 

Peki, yumurta sarısında yüksek miktarda kolesterol yok mu?
Ortalama 50-60 gr kadar olan bir yumurta sarısında, 150-180 mgr kolesterol bulunur. Bilinenin aksine 150-180 mgr olan bu kolesterol, yumurta sarısı yenildiği zaman kanımıza doğrudan doğruya 150-180 mgr kolesterol olarak geçemez. Bu nedenle, yumurta sarısını yemekle kan kolesterolü yükselmez.  ‘Yumurta kan kolesterolünü yükseltir’ fikri yukarıda açıkladığımız bu bilginin yanıltmasından ve çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır. Bu amaçla, yumurta ile yapılmış önemli birkaç çalışmadan bahsetmek istiyorum.

ABD’de bütün dünyada kalp uzmanlarının kılavuz olarak kabul etmiş olduğu ünlü Framingham Kalp Çalışması’nda (Framingham Heart Study), Boston Üniversitesi’nde 912 kişinin beslenmesi 1948 yılından beri izlenmiştir. Bu çalışma sonucunda, haftada 7 ya da 24 adet yumurta yiyen kişiler ile hiç yumurta yemeyen kişilerin arasında kan kolesterolü bakımından anlamlı bir fark olmadığı bildirilmiştir.  Ünlü Framingham çalışmasında, yumurta tüketimi ile kalp krizinden ölüm arasında da doğrudan doğruya bir ilişkinin bulunmadığı gösterilmiştir. Yani, yumurtanın ne kolesterolü yükselttiği, ne de kalp krizine neden olduğu hiçbir şekilde ispat edilmemiştir.

 

Bir kibrit kutusu peynir ile başlayan ve psikolojiyi o anda bozan boş tabak diyetlerinden çok farklı bilgiler var kitapta. Örneğin, kolesterolü yükselttiği için diyet listelerinde bile yer almayan ‘kırmızı et’… “Yiyebilirsiniz” diyorsunuz… Kırmızı et zararlı değil mi?
Biyolojik ve biyokimyasal bileşimleri açısından bütün kırmızı etlerin eşit olduğunu kabul etmemiz, bilimsel olarak mümkün değildir. Bu nedenle, kırmızı et derken, hangi kırmızı etten bahsettiğimizi bilmemiz gerekir.

Bir örnek verecek olursak, çayırlarda serbestçe dolaşan kuzuların ve 3 yaşlarında genç olan hayvanların kasları içinde faydalı bir yağ asidi olan ‘oleik asit’ ve Omega-3 bulunur. Omega-3’ de son derece faydalı olan temel bir yağdır.  Oysa stilbestrol gibi büyüme hormonu ile büyütülüp, suni yemlerle aşırı şekilde yağlandırılan yaşlı ve iri sığırların adaleleri içinde zararlı bir yağ olan ‘stearik asit’ oluşmakta ve depo edilmektedir. İşte kırmızı etleri zararlı hale getiren, adalelerin içinde aşırı miktarda birikmiş olan bu ‘stearik asit’ yağıdır. Kızartma ve mangalda ızgara yapılan etlerin stearik asidi, hemen trans yağa dönüşür. Kırmızı etleri sağlığa zararlı hale sokan trans yağlardır. Büyüme hormonu ve suni yemle beslenmemiş, özgürce dolaşarak doğal otları otlayan kuzu, dana ya da koyun etlerini doğru usullerle pişirip, yemenin sakıncası yoktur! Aksine faydası vardır.

Fındık, fıstık yiyerek de zayıflamak mümkün mü? Kuru yemişler neden kilo aldırmaz?
Kuruyemişler kilo aldırmaz. Fındık, fıstık, ceviz, badem vb gibi kuruyemişler, glisemik indeksleri (%0-20) düşük olduğu için kilo aldırmazlar, aksine kilo verdirirler. Aynı zamanda, kabak ve ayçiçeği çekirdekleri de kilo aldırmaz. Kuruyemişler, doğal olan Omega-3, Omega-6, Omega-9, ayrıca birçok aminoasit ve yoğun bitkisel protein kaynağıdırlar. Doğanın vitamin ve mineral deposu olarak kabul edilirler. Ancak dikkat edilecek nokta kuruyemişlerin kavrulmamış ve tuzlanmamış olarak yani çiğ bir şekilde tüketilmesidir.

 

Özetle Karatay Diyeti ne öneriyor?

  • Glisemik indeksi düşük yiyecekler yani sağlıklı yağ, protein ve karbonhidratlar serbest.
  • Sabahları kuvvetli ve proteinli kahvaltı yapılması şart.
  • Öğünler arasında en az 4-5 saat geçmesine dikkat edilmelidir.
  • Günde 3 öğünden fazla yemek yenilmemeli, ara öğünler kalkmalıdır.
  • Öğünler arasında bol limonlu su, limonlu şekersiz çay ve ayran içilebilir.
  • Her gün 2-3 litre sıvı almaya dikkat edilmeli.
  • Akşam saat 20.00’den sonra hiçbir şey yenilmeyecek.
  • Her gün veya akşam en az 40-60 dakika yol yürümeli ya da en az 40-60 dakika sevilen bir fizik aktivite yapılmalı.
  • Yemekler düşük ısıda, uzun sürede pişirilmeli.
  • Yemeklerde soğuk sıkım sızma zeytinyağı veya saf tereyağı kullanılmalı.
  • Sıcak yemekler ve kızartmalarda kesinlikle mısırözü veya ayçiçeği yağı kullanılmamalı!
  • Yemeklere, pişirildikten sonra damak tadına göre nane, maydanoz, kekik, siyah ve acı kırmızıbiber, sumak vb eklenebilir.
  • Salatalarda da soğuk sıkım sızma zeytinyağı veya keten tohumu yağı, geleneksel usul doğal fermantasyon sirke ve limon, ayrıca arzuya göre sarımsak kullanılabilir.
  • Salatalara zeytin, peynir, yoğurt, susam veya keten tohumu eklenebilir.
  • Bol sirkeli (geleneksel usul doğal fermantasyon), az tuzlu (kristal kaya tuzu) ev turşusu yapılarak tüketilebilir.
  • Kabız olmamaya dikkat edilmeli. Doğal yiyeceklerle her gün iki kez yumuşak bir şekilde büyük abdeste çıkılmalı.

 

Bu diyeti uygulayanlar oldu mu? Onlar ne düşünüyorlar?
Elbette oldu. Zaten ben bunu 10-15 yıldır hastalarıma öneriyorum, kitap yeni çıktı. Birçok hastamdan çok olumlu dönüşler aldım. Bunların bir kısmını Karatay Diyeti ve Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık kitaplarımın sonunda hastalarımdan izin alarak okuyucularımla paylaştım.

İlk kitabınız Karatay Diyeti’nde yer alan bilgiler, diyet ve sağlıklı yaşam ile ilgili ezber bozan diyebileceğimiz bilgilerle doluydu.  Bu konuda hem diğer uzmanlardan hem de Türk halkından aldığınız tepkiler nasıl oldu?
Doğal olarak hem olumlu hem de olumsuz yaklaşımlar oldu. Her dönemde tıpta ekol farklılıkları olabilir. Ben 50 yıllık bilimsel birikimimi bu kitaplarda halkla paylaştım.

Televizyon ve gazetelerde Karatay Diyet’i çok yer aldı ve tartışıldı. Size nasıl yansıdı bu durum?
Elbette olumlu yansıdı ama ben halkın içinde yaşayan bir hekimim. Hayatım aynı şekilde devam ediyor ama taksiye binince taksicisinin sevgisi, gazete alırken gazetecinin güleryüzü, vapurda karşılaştığım insanların sıcak tavırları beni mutlu ediyor elbette… Bir nebze olsun insanlara faydalı olabildiysem ne mutlu…

İkinci kitabınız Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık kitapçılarda okuyanlarınızla buluştu. Bu kitabın diğer kitaptan farkı nedir?
Karatay Diyeti kitabı okuyucularımızdan gelen sorulardan anladık ki bazı konular açılmalı, detaylandırılmalı. ‘Sağlıklı kilo verme’nin kapsamı genişletilmeli, tüm hayatı içine almalı. “Sağlıklı yeni nesillerin gelişmesi, her yaşta bağışıklık sisteminin güçlü olması ve ömür boyu hastalıktan uzak kaliteli bir yaşam sürmek için ne yapmalıyız?” sorusu yanıtlanmalı. “Mevsimlere ve yaş dönemlerine göre, 365 gün 24 saat nelere dikkat etmeliyiz ki, her yaşta kendimizi dinç hissedelim ve hastalıklarla aramıza kalın bir duvar örelim?” sorusuna da cevap verilmeli.

Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık kitabı, Karatay Diyeti kitabının devamı niteliğindedir. Klasik bir diyet kitabı değildir! Doğru beslenme, sağlıklı ve kalıcı kilo verme, hastalıklardan korunma ile ilgili çok daha kapsamlı ve yeni bilgiler içeriyor. Aslında ‘doğal bir sağlık sigortası’ gibi düşünebilirsiniz. Sizi hem hastalıktan, hem hastalık korkusuyla sigorta poliçelerine bağımlı yaşamaktan, hem şişmanlıktan, hem de zararlı ve pahalı fabrikasyon yiyeceklere masraf yapmaktan kurtarıyor. Geleneksel damak tadımıza göre, rahatlıkla ulaşabileceğiniz besinleri tüketmenizi tavsiye ediyor, sürekli bir şekilde kolaylıkla uygulayabileceğiniz öneriler veriyor.

 

Karatay Diyeti’nin diğer diyetlerden farkı nedir?
Bütün tercüme diyetler, hangi ülkede hazırlanmışsa doğal olarak o ülkenin halkı için düzenlenmiştir. O ülkede yaşayan insanların imkân ve alışkanlıklarına yönelik yöresel bilgiler ışığında ortaya çıkmıştır.

Önemli olan, yiyeceklerimizi kendi mutfağımızda, yerel pazarlarımızda kolaylıkla erişebilinen ürünlerimizle hazırlayabilmemizdir. Karatay Diyeti de alışmış olduğumuz damak tadımıza göre, rahatlıkla ulaşabileceğimiz besinleri tüketebileceğimiz, sürekli bir şekilde kolaylıkla uygulayabileceğimiz öneriler içermektedir. İşte bu sebeple Türk halkı için en uygun beslenme biçimi olduğuna inanıyorum. Örneğin ülkemizin doğusunda hazırlanan bir Elazığ veya Van kahvaltısı ile Ege Bölgesi’nde ya da Rize’de hazırlanan sabah kahvaltıları arasında bile muazzam farklılıklar bulunmaktadır. Aynı ülke içinde dahi alışkanlıklar ve elde edilebilen ürünler değişik olmaktadır!

Komşu ülkelerin, bizim ülkemizde yetişen sebze ve meyvelerle yapılan, damak tadımıza uygun sağlıklı yemek tarifleri denenebilir ama diyet listesi çok farklı bir konudur! Yabancı ülkelerin alışkanlık ve beslenme biçimlerini örnek alan, o ülkelerde hazırlanmış liste ve kılavuzlara göre, bizim halkımızın önüne sağlık gerekçesiyle yasaklar getirmek, bana göre doğal değildir. Biraz zorlama olmaktadır ve bilimselliğe aykırıdır. Bu nedenlerle de başarı oranları düşük olmaktadır. Çünkü bir diyet başarılı olmuş olsaydı bu kadar çok diyet ortaya çıkmazdı. Bu diyetlere Yo-Yo diyet deniyor. Aç kalan herkes bir miktar kilo verir. Kalori hesabı yapınca ilk başta her şey düzene girmiş gibi görünür. Ama uygulamalar ve sonuçlarından sonra kalori hesabının da tehlikeli olduğu bilimsel olarak gösterildi. Artık kalori hesabı yapılmıyor. Aç kalarak veya düşük kalorili bir diyeti uyguladığınızda kilo veriliyor fakat beyinde ‘vücut kıtlık içinde’ algılaması oluşuyor ve beyin metabolizmayı yavaşlatıyor. Bir miktar kilo verilse bile normal yemek alışkanlıklarına geçer geçmez, beyinden hemen ‘vücut tekrar kıtlığa girebilir’ diye depolama mesajı geliyor. Ayrıca, insanlarımız da doğal olarak ‘hep aç mı dolaşacağım’ diye bıkıyorlar. Ancak bu mesaj da beyinden geliyor. Yani beyinden ‘yiyin depolayın, vücudunuz bir sonraki kıtlık için hazır olsun’ diye uyarı geliyor. İşte yemeklere saldırıp, sürekli yemek yeme duygusu da böyle gelişiyor. Çünkü beyin, tüm vücudu idare ediyor. Beyinden mesajları gönderen ise ‘leptin hormonu’dur. Bütün açlık veya tokluk duygularımızı leptin hormonu yönetir. Orkestra şefi gibi bütün vücut hormonlarını idare eder.

 

Karatay Diyeti’nin amacı, sağlıklı beslenme ve yaşam biçimini yerleştirmektir. Alışkanlıklarımızı sağlıklı yönde değiştirmektir. Alışkanlıklar kolay kolay değişmediği için bu diyette birdenbire kilo verilmez. Çünkü maalesef yıllarca vücutta birikmiş yağlar, kızgın tavadaymış gibi erimez. Metabolizmanın terse dönmesi gerekiyor. Karatay Diyeti ile önce vücudun kilo alması yani yağların birikmesi önleniyor. Daha sonra bir durağanlık devresi oluyor. Ondan sonra da birikmiş olan yağlar yıkılarak kalıcı olarak kilo veriliyor. Bu diyeti uygulamaya başladıktan sonra yediklerimiz bizi acıktırmıyorsa işte bu iyileşmenin ilk belirtisidir. İlk haftalardan itibaren bu iyileşme başladı ise doğru yoldayız demektir.

İlk hafta hemen herkes farkı hissediyor. Daha sonra ortalama altı aya kadar sonuç alınabiliyor. Ancak önemli hastalığı olanlarda iki seneye kadar süren takipler de var. Bu sebeple sabretmek gerekiyor. Gençlerde çok hızlı sonuç alınabildiği gibi 60 yaş üstü menopozdaki hanımlarda daha yavaş yol alınıyor. Günde 5 km yol yürüyen çok hızlı hedefe ulaşabildiği gibi, günde 20 dakika yürüyen daha yavaş ilerliyor.

Karatay Diyeti’ni uygularken yediğiniz her şey doğal ve mevsimsel olacak. Katkı maddesi içeren ve işlenmiş hiçbir şey yenmeyecek. Yemek yenilen zamanlara dikkat edilecek. En önemli nokta, akşam sekizden sonra hiçbir şey yememek, bol su içmek ve hareket etmek… Hareket çok önemli, bunun için herkesin bahane ortaya koymadan vakit ayırması gerekiyor. Büyük iş adamlarımız, banka veya şirket müdürleri ya da memurlarımız bana geldiğinde öğle tatilinde dışarı çıkıp 15-20 dakika yürümelerini öneriyorum. Başlangıçta bu bile yeterli. Yatmadan önce yaşadığınız binanın etrafında birkaç tur atabilirsiniz. Veya çocuğunuz varsa, hiç evden çıkamıyorsanız, eşinizi alın müziği açın ve bir saat dans edin… Kolbastı mı yaparsınız, vals mi yaparsınız, rock’n roll mu yaparsınız tercih sizin!

 

Türk halkının beslenme şekli ve yaşam tarzıyla ilgili gördüğünüz problemler neler? Karatay Diyeti neden Türk Halkı için en uygun diyet?
Birincisi, Türk halkındaki en büyük problem hareketsizlik! Spor yapan küçük bir kitle var ama genel olarak çocukluktan itibaren aktif değiliz.

İkincisi, Türk halkı maalesef çok fazla ekmek, tatlı ve unlu gıdalar tüketiyor.  Tamam, ekmek lezzetli ona bir şey demiyorum. Ben de yurtdışında yaşarken buradaki ekmeği, pideyi, susamlı simidi ve onların kokusunu çok özledim…

1995 yılında Amerika’dan döner dönmez ilk yaptığımız şey, Türk ekmeğine, pidesine saldırmak oldu. Samimi söylüyorum ekmek, pide, simit hepsini çok özlemişiz. Tabii bunlara saldırır saldırmaz eşimle birlikte şişmeye başladık; tansiyonlarımız birden yüksek seyretmeye başladı, halsizlik şikâyetlerimiz de arttı. Burada önemli bir nokta var ki, eşim ve ben çok hareketli ve sağlıklı olduğumuz halde bu sorunları yaşadık! Sonra önce tuzsuz ekmeğe geçtik. Tabii ben hekim olarak bu konuyu ele alıp çalışmaya başlayınca, önce fırınları dolaştım.

İstanbul Kadıköy’deki fırınların birçoğuna gittim ve “Ekmek hamuruna ne kadar tuz atıyorsunuz?” diye sordum. Doktor olduğumu falan bilmiyorlar, bana “Bir ölçümüz yok” dediler. Kömür küreği ile hamura tuz atıldığını gördüm.  Ölçü falan yok, artık Allah o gün ne verdiyse atıp gidiyorlar. İşte buna şahit olduktan sonra eşimle birlikte ekmek yemeyi tamamen bıraktık, tuzu azalttık ve rahatladık. Amerika’dan gelen arkadaşlarımızın birçoğu da hep benzer olaylar yaşadılar. Hatta başları çok ağrıyıp, çarpıntıları başlayınca kardiyologa bile gittiler. Bana telefonla danıştıklarında, “Ekmeği kesin” diye öğüt verdim, ekmek yemeyince rahatladılar. İşte bizzat yaşanmış bir gözlem ve deneyim de bu oldu.

Üçüncüsü, ülkemiz taze meyve cenneti. Tabii bunun yanında aynı zamanda kuruyemiş cenneti. Fakat halkımız sağlıklı sanarak her gün neredeyse 2-3 kg taze meyve yiyor. Ama kuruyemiş kilo aldırır diye uzak duruyor! Meyve şekerinin çok tehlikeli olduğu bilimsel makalelerde zaten yazılıyor. Kuruyemişlerin gerçek değeri ise Türkiye’de maalesef bilinmiyor… Bu tespitler aslında çok basit şeyler.

Dördüncüsü, o dönemde Türkiye’de elime aldığım diyet listelerinde (1995 yılından bahsediyorum)  “Yumurta sakın yemeyin!”,  “Kırmızı et sakın yemeyin!”, “Kuruyemişler yağlıdır ellemeyin” diye ifadeler görünce ve şahsen bunların da sağlıklı olduğunu düşündüğüm için araştırmalarıma başladım. Üstelik dünyanın en sağlıklı meyvesi olan zeytin de yasaklanıyordu. Buna da şaşırmıştım. Sonra düşündüm ki Amerika’da kahvaltıda zeytin yok! Orada yalnız kokteyl zeytini vardır. Bu nedenle hiçbir diyet listesinde yer almıyor.

 

Amerika’da kaldığım dönemde beslenme konusuyla ilgili devamlı okuyup notlar alıyordum. Orada ilgimi çeken konulardan biri de, sağlıklı olduğu için çok ceviz tüketilmesiydi. Türkiye’ye geldiğimde ben de herkese ceviz öneriyordum. O dönemde Gaziantep’te Sani Konukoğlu Hastanesi Kalp Bölümü’nün kurulması için davet edildim. Oraya gidip 5 profesör arkadaşla birlikte çalışmalara başladım ve Sanko Kalp Bölümü’nü kurdum. Gelen hastalara ceviz yemelerini önermemin ardından bir gün Gaziantep fıstık üreticileri gelip  “Hocam fıstık satışlarımız düştü. Fıstık, sağlıklı değil mi? Biraz da fıstık önerseniz” dediler. Ve benden fıstığın sağlığa faydaları ile ilgili araştırma yapıp, bir yazı yazmamı istediler. İşte o anda fark ettim ki Amerika’da yalnız ceviz bulunduğu (Kaliforniya’da yetişir) ve konuşulduğu için ben de burada herkese cevizi öneriyorum. Hâlbuki Türkiye’de hem ceviz, hem fıstık, hem fındık, hem de badem yetişiyor. Sonra hepsinin faydalarını inceledim. Bu olay bana her ülkenin kendine has doğal besinleri olduğunu öğretti. Hiçbir ülkenin ne besinleri ne de alışkanlıkları aynı değildi. Mesela öğrendim ki, Eskimolar ve Çinliler hiç ekmek tüketmiyorlar, son derece hareketli insanlar. Çinliler her sabah bir saat jimnastik yapmadan işlerine gitmiyorlar, işe giderken de bisiklet kullanıyorlar.

 

Köy tereyağını öneriyorsunuz. Anneannelerimizi ya da Anadolu’nun, Karadeniz’in bir köyünde karşılaştığımız teyzelerimizin al al yanaklarını gördüğümüzde, hepimizin aklından mutlaka o soru geçmiştir:  Yağ ve et insan sağlığına zararlı değil mi? Peki, tereyağı, et ve sütle beslenen bu insanlar neden bu kadar sağlıklı? Bunun doğal beslenme şekliyle bir bağlantısı var mı?
Elbette var. Ayrıca köy insanları çok hareketli yani hem sağlıklı ve doğal besleniyorlar hem de hareket ediyorlar ve sağlıklı, dinç kalıp uzun ömürlü oluyorlar. Yedikleri et, süt, yoğurt, tereyağı, peynir, yumurta hep doğal meralarda beslenen hayvanlardan…

 “Her gün en az bir öğün et yemeli… “ diyorsunuz, peki et hangi sıklıkla yenmeli?
Herkes, her gün en az bir öğün et yemeli. Etten korkmalarına gerek yok. Hindi eti sağlıklıdır diyorlar. Peki, kırmızı etle hindi eti arasında ne fark var? Hiçbir fark yok. İkisinde de kolesterol var, eğer kolesterole taktılarsa. Akdeniz mutfağı en sağlıklı mutfaktır. Yahni gibi tencerede yaptığımız etleri istediğimiz kadar yiyebiliriz. Bamyada kuşbaşı et, sebze yemeklerinde kıyma kullanmanın hiçbir sakıncası yok. Bonfile, pirzola gibi etleri de düşük ısıda ızgarada pişirmenin sakıncası yoktur. Ancak tavuk suyu ve et suyu adı ile satılan paketli tabletleri alıp kullanmamak gerekir, tehlikeli ve sağlığa zararlı olan işlem görmüş yiyeceklerdir.

Ayrıca hamsiyi una bulayıp kızartmak da kanserojendir. Buğulamayı tercih etmeliyiz. Sağlıklı pişirme şekilleri ızgara, buğulama ve fırında pişirmedir. Kırmızı et, tavuk veya balıkları, plastik poşet içinde veya alüminyum folyoya sararak pişirmek de oldukça zararlı! Çünkü plastik poşetlerdeki polikarbonlar, alüminyum folyodaki alüminyumlar vücuda giriyor. Alüminyum vücuttan atılamıyor ve Alzheimer nedeni olduğu biliniyor. Alüminyum folyoyu çok gerekli durumlarda soğuk yemekleri buzdolabına koyarken üstünü örtmek için kullanabiliriz, ancak kesinlikle yemeğe değmemelidir!

 

Siz göbeği eritmek için diğer diyetisyenlerden farklı olarak sıkı bir sabah kahvaltısı öneriyorsunuz. Neden?
Bilimsel açıdan da gösterildiği gibi 24 saatin en önemli öğünü kahvaltıdır. Kilo vermek isteyenler için iyi bir kahvaltı, sağlıklı, doğal ve işlem görmemiş protein, sağlıklı yağlar, sağlıklı karbonhidratlar içermelidir. Sağlıklı protein için, özgür tavuk yumurtası, normal yağlı peynir, et, balık, pastırma, evde yapılmış sucuk ve yoğurt yenebilir. Sağlıklı yağ olarak doğal köy tereyağı ve soğuk sıkım sızma zeytinyağı kullanılabilir.

Sağlıklı karbonhidrat olarak da baklagiller grubu yani fasulye, mercimek, barbunya, börülce veya kuruyemiş grubundan fındık, fıstık, ceviz ve badem tüketilebilir. Ayrıca 10-15 adet zeytin, domates, biber, salatalık, turp yenmesi gereken diğer yiyecekler. İçecek olarak da süt, ayran, şekersiz ya da tatlandırıcısız çay ve kahve içilebilir. Harvard Tıp Fakültesi Beslenme Bölümü, 2002 yılında yaptığı araştırma neticesinde, sağlıklı bir kişinin her gün 2 yumurta, 3 avuç fındık, fıstık vb yemesini önermektedir. Bu arada, eski Türk hekimlerinden olan ve kitapları asırlarca Avrupa tıp fakültelerinde kaynak olarak kullanılan İbn-i Sina da, sık yemek yememe konusuna dikkat çekerek “Günde iki öğün yemek yenmelidir, üçüncü öğün hastalıktır” diye vurgulamaktadır.

 

“Demir eksikliği hayatı zindan eder…” diyorsunuz. Demir eksikliğine neler sebep olur ve neden demir eksildiği zaman hayat zindan olur?
“O hanım belirli günlerde sinirli oluyor, ona bulaşmayın!” en çok işitilen cümlelerden biridir. Bu hanımların rahatlamaları için psikolog psikolog dolaştıklarını görüyoruz! Birçok genç kız ve hanım, antidepresan ilacı kullanıyor fakat şikâyetleri geçmiyor. Durgunlaştıklarını ve halsizliklerinin arttığını da hekim olarak gözlüyoruz. Aslında başta sinir ve stres olmak üzere birçok sıkıntının sebebi, demir eksikliği! Tabii bu demir eksikliği dolaylı olarak kilo alımına sebep oluyor ve hormonların olumsuz etkilenmesi sebebiyle de kilo verme sürecini olumsuz etkiliyor. Yani vücutta demir eksikliği varsa kilo verilemiyor!

Demir vücuda ne sağlıyor?
Ülkemizde yaygın bir şekilde demir eksikliği anemisi bulunmaktadır. Büyüme çağındaki çocuklar, adet görmeye başlayan genç kızlarımız, birçok gebe ve emziren anneler, hatta sağlıklı beslenenler bile demir ve diğer vitamin desteklerini ihmal ettiklerinde, anemi oluşabilmekte ve kronik bir düzeye ulaşabilmektedir. Her ay muntazam adet gören genç kızlarımız, 1 ml kanda, 5 mg kan demiri kaybetmektedirler. Bu düzeyde kan demiri kaybeden genç kızlarımız, kilo alma korkusuyla yeterli ve etkili beslenemedikleri için, kronik anemiye bağlı belli belirsiz bazı şikâyetleri başlamaktadır.

Su kenarlarında yürümek, daha çok rahatlık sağlar…” diyorsunuz. Ne kadar süre yürüyüş yapmak gerekir?
Eğer imkân varsa su kenarında yürüyün. Mesela akarsu çok önemlidir, deniz kenarı, dere ya da nehir kenarı olabilir. Akarsuların kenarında negatif iyonlar oluşur ve bu iyonlar vücudu rahatlatır. Duştan çıktığımızda ya da Türk hamamında banyodan sonra rahatlamamız veya yağmurdan sonra havanın ferahlaması, bir şelalenin yanında birdenbire rahatlık hissetmemiz ve hafiflememiz de aynı nedenledir. Bu sebepten dolayı eski evlerde şadırvan ya da avlularda mutlaka fıskiye yapılırdı. Daha önce de ifade ettiğim gibi en az 15-20 dakika ile başlayıp, yavaş yavaş 40-60 dakikaya çıkarılarak yürüyüş yapılabilir.

İnsanlar daha çok spor salonlarında spor yapmayı tercih ediyorlar. Artık birçok evde yürüyüş bantları var. Yürüyüş bantlarını öneriyor musunuz?
Eve yürüyüş bandı ya da egzersiz bisikleti almakla iyi bir yatırım yaptığımızı zannederiz. Ancak bu egzersiz aletleri kısa bir süre sonra evin bir köşesinde toz toplamaya terk edilirler. Yapılan araştırmalar, bu aletlerle yapılan fizik aktivite ve egzersizlerin bir süre sonra monotonlaştığını ve kişilerin birkaç hafta içinde egzersizlerinden bıkarak vazgeçtiklerini göstermiştir.

“Bağışıklık sisteminin en güçlü silahı: kolesterol…” diyorsunuz. Biz kolesterolü düşman olarak adlandırırken siz dost ilan ediyorsunuz, bunun nedeni nedir?
Tüm organların hücrelerinin, özellikle de beyin, sinir sistemi, gözler ve bağışıklık sisteminde bulunan hücrelerin içinde, zarlarında kolesterol ve Omega-3 olmazsa bebeklerin beyin ve sinir sisteminin gelişmesine, hızla büyümesine ve güçlü kuvvetli olmalarına olanak yoktur.

Bu noktada anne sütünden bir örnekle konuyu açıklamak istiyorum: Bebeklerin, dünyaya geldikleri ilk günlerde ve aylarda tek besin kaynağı anne sütüdür. Bebekler, anne sütüyle en sağlıklı şekilde beslenir, güçlenir ve hızlı şekilde büyüyüp gelişirler. Ayrıca hepimiz biliyoruz ki, anne sütü ile beslenen bebeklerin bağışıklık sistemi de güçlü olur ve ilk aylarda hastalanmazlar. “Anne sütünün güç kaynağı ne?” sorusunun cevabı ise kolesterolün önemini net bir şekilde ortaya koyuyor. Çünkü anne sütünün % 90’ı kolesterol ve Omega-3 ihtiva ediyor. Yani anne sütü sağlıklı dediğimiz yağlar ve kolesterolden oluşuyor.

 

Kolesterolün faydaları nelerdir peki?

  • Karaciğer, safra yapımı için kolesterolü kullanır. Safra, yediğimiz yağların bağırsaktan emilmesi ve hazmedilmesi için gerekli olan önemli bir salgıdır.
  • Kanda bulunan kolesterol, organizmada bulunan bütün kolesterolün ancak beşte biri kadardır. Tüm kolesterolün geri kalan kısmı ise yeni hücre yapımında kullanılır.
  • Kolesterol, aynı zamanda ‘östrojen’, ‘androjen’, ‘testosteron’, ‘progesteron’ gibi bütün seks hormonlarının ve stres hormonlarının yapımında da kullanılır. Saydığımız bu hayati önemi olan hormonların yapıtaşı kolesteroldür.
  • D vitamininin yapımında da, kolesterol kullanılır. Kuvvetli kemikler, sağlıklı sinir sistemi, sağlıklı büyüme, mineral metabolizması, kuvvetli adaleler, insülin yapımı, üreme ve güçlü bir bağışıklık sistemi için vücudumuzun D vitaminine ihtiyacı vardır.
  • Kolesterol kuvvetli bir antioksidandır. Hücreleri serbest oksijen radikallerinin tahribatına karşı koruyarak; kalp-damar hastalıklarının, kanser hastalıklarının ve dejeneratif hastalıklarının gelişmesini önler.
  • Beynimizde bulunan mutluluk hormonu yani ‘serotonin’ reseptörlerinin normal bir şekilde çalışmaları kolesterol sayesindedir. Çünkü reseptörlerin ana yapıtaşı kolesteroldür.
  • Sinir sistemimizde her an meydana gelen sinir uyarılarının iletilmesinde de, ileti kavşaklarında bulunan alıcı ve verici reseptörlerin tümünün yapısında kolesterol bulunmaktadır. Kolesterol eksikliğinde sinir uyarılarının iletilmesi bozulmaktadır.
  • Kolesterol, beyin ve sinir sistemi hücrelerinin %60 kadarını meydana getirmektedir. Bu nedenle kolesterolü düşük olan kişilerde, depresyon, intihar yatkınlığı ve saldırganlık sık olarak görülür.
  • Kolesterol hafızayı kuvvetlendirir.
  • Bebeklerin önemli ve tek besin kaynağı olan anne sütü, kolesterolden son derece zengin bir temel besin maddesidir. Bebek ve çocukların sinir sistemi ve beyinlerinin sağlıklı gelişmesi için, yüksek kolesterol içeren gıdalarla beslenmeleri şarttır.
  • Bağırsak duvarlarının sağlıklı gelişmesi ve çalışması için kolesterol önemli yer tutar. Düşük kolesterolü olan kişilerde kolit gibi bağırsak bozuklukları sıklıkla görülmektedir.
  • Kan kolesterolü, kesilen ve yaralanan dokularımızın tamir edilmesi için de kullanılır. Bu nedenle, iyileşmiş yara ve kesiklerde, ameliyat yerlerinde oluşan nedbe dokusunda fazla miktarda kolesterol bulunur. Kolesterol, yaraları iyileştirmek için o bölgede birikmiştir

Yüksek kolesterolün hiç zararı yok mu?
Tam tersine, yüksek kolesterolün faydalı olduğu da gösterilmiştir. Örneğin Fransa’da yapılan bir çalışmada, Dr. Bernard Forette ve arkadaşları yüksek kolesterolü olan yaşlı kadınların daha uzun yaşadıklarını bildirmişlerdir. Düşük kolesterolü olan kadınlarda görülen ölüm oranının, yüksek kolesterollü kadınlara oranla %5 daha fazla olduğunu göstermişlerdir.

Kolesterol damar tıkanıklığına neden olmaz mı?
Kolesterolün direkt olarak damarları tıkadığı hiçbir çalışmada gösterilmemiştir. Bildirilen bütün çalışmalar, toplumsal tarama çalışmalarıdır. Meşhur Framingham çalışmasında da hiçbir şekilde kolesterol neden olarak gösterilememiştir. Kitlelerin izlenmesi sonucu elde edilen çalışmalar ise neden sonuç ilişkisini direkt olarak ispat edemezler. Yani damar tıkanıklığının kolesterol tarafından yapıldığını bilimsel olarak gösteremezler. Bu geniş kapsamlı, uzun süreli çalışmalara epidemiyolojik çalışmalar diyoruz. Epidemiyolojik çalışmalar salgın hastalıkların incelemesinde yararlı olabilirler ama kronik dejeneratif hastalıkların irdelenmesinde kesin olarak neden sonuç ilişkisini ispat edemezler.

Peki, damar tıkanmasının nedeni kolesterol değilse, sebebi nedir?
Kolesterol bir hastalık nedeni değildir! Kabul edilenin aksine, organizmada başlamış olan genel bir yangıyla mücadele etmek ve organizmayı korumak amacıyla yükselmiştir. Yüksek ateşin bir hastalık nedeni olmaması gibi, kan kolesterolünün yükselmesi de hastalık nedeni değil, aslında vücutta oluşan bir hastalığın belirtisidir. Yani karaciğere aşırı kolesterol üretmesi için bir yerlerden uyarılar gelmektedir. Asıl yapılması gereken, karaciğere bu uyarıların neden ve nereden geldiğini bulmak ve onu düzeltmektir.

Kalp krizi geçiren bazı kişilerin yüksek kan kolesterolü olduğu bir gerçektir. Ancak, henüz hiçbir çalışmada kalp krizine yüksek kolesterolün birebir neden olduğu gösterilmemiştir. Kolesterol yüksekliği, kalp krizi nedeni değildir, kalp krizine eşlik etmektedir. Bu nedenle de, kalp krizi nedeni olarak gösterilmiştir. Oysa kalp krizi geçiren hastaların yarısının, yani %50’sinin kan kolesterolü normaldir. Demek ki %50 kadar yüksek bir oranda, kan kolesterolü normal olan kişiler de kalp krizi geçirmektedir. Damarların tıkanmasının nedeni kandaki yüksek kolesterol değildir. Asıl neden kanın pıhtılaşmasının artmış olmasıdır. Aspirinin (kanı sulandırdığı için) koruyucu olarak kullanıldığını senelerden beri biliyoruz. Aynı şekilde, Omega-3 de kanı sulandırmaktadır.

 

Yüksek kolesterollü birine antioksidan yerine, omega 3 vermek daha sağlıklı o zaman?
Kolesterol yüksekliğinin altında insülin yüksekliği yatar. Kolesterol vücudumuzun ürettiği en doğal ve en güçlü antioksidandır. Gerek HDL gerekse LDL vücudumuza girmiş olan zararlı bakteri ve virüsleri öldürürler. Vücudumuz bunu üretiyorsa, vücudumuzun yüksek doz antioksidana ihtiyacı var demektir.

Vücuda destek vermek, bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek lazım, onun için de D vitaminine bakmayı öneriyorum. Anemisi varsa bunu düzeltelim, alerjisi varsa alerjiyi bulup ona göre müdahale edelim diyorum.

Sizin yönteminizle tüm bildiklerimizi unutmamız gerekiyor… Yumurta kolesterol yapmaz diyorsunuz. Hatta günde iki yumurta tüketin diye de ekliyorsunuz.  Biz yıllarca Kolesterolü artıracağına inandık?
Ortalama 50-60 gr kadar olan bir yumurta sarısında, 150-180 mgr kolesterol bulunur. Bilinenin aksine 150-180 mgr olan bu kolesterol, yumurta sarısı yenildiği zaman kanımıza doğrudan doğruya 150-180 mgr kolesterol olarak geçemez. Bu nedenle, yumurta sarısını yemekle kan kolesterolü yükselmez.  Oysa ortalama 50-60 gr olan doğal bir yumurta sarısında, 900 mg doğal ve bozulmamış temel yağ olan Omega-3 vardır. Yumurta sarısında bulunan bu Omega-3, kan kolesterolünü düşürür. Ayrıca yumurtada bulunan ve temel bir aminoasit olan lesitin de kan kolesterolünü düşürür.

Halk arasında yumurta kısırlık yapar, yumurtalık kanserine neden olur gibi bir inanç var. Bu doğru değil o zaman?
Bilakis, yumurtanın sarısında bulunan yüksek miktardaki Omega-3 yağlarının polikistik over sendromunu, premenstürel sıkıntıları yani adet dönemi sıkıntılarını ve kısırlığı önlediği gösterilmiştir. Bebeklerin beslenmesinde anne sütünün önemi de, Omega-3 içeriğinin fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak yumurtayı fazla haşlarsak, etrafı yeşil olursa veya fazla kavrularak pişirilirse trans yağa dönüştüğü için tehlikeli olabilir! Yumurta, yumurta olmaktan çıkıyor o zaman. Trans yağın kanserojen olduğunu biliyoruz…

Özellikle büyük şehirlerde artan stres probleminin altında yatan diğer sebepler nelerdir?
Yaşam ve beslenme biçimimiz tetikleyicidir. Topraktan uzak olmamız, apartman dairelerine kapanıp kalmamız, gün ışığından uzak kalmamız, arabaların esiri olmamız… Böyle bir yaşam biçiminde vücutta adrenalin hormonu salgılanır ve tansiyon yükselir, damarlar büzüşür. Bunların yanında sigara içtiğimizi düşünürsek, yüksek glisemik indeksli karbonhidrat yediğimizi varsayarsak sonuç stres olur. İnsülinin en önemli görevlerinden biri de sempatik sinir sistemini uyarmaktır; damarları büzüştürür ve tansiyonu fırlatır. Kalp hastalarında ise kalp krizi ve felç nedenidir. Depresyonun en büyük sebepleri düzensiz yaşama ve Omega-3 eksikliğidir.

 

Hafif depresyon geçirenlere de önerilerde bulunuyorsunuz kitabınızda. Depresyonda olanlar nasıl beslenmeliler?
Beyin hücrelerindeki Omega-3 eksikliğinin, stresin en büyük nedeni olduğu da bilimsel olarak biliniyor artık. Omega 3 eksikliğinde, depresyon, stres, panik atak gibi rahatsızlıklar da oluşur. Omega-3 nelerde var? En çok balıkta, yumurtanın sarısında, bitkisel kaynaklı olarak da ceviz ve ketentohumunda var. Örneğin 100 gr uskumruda 2,5 gr Omega-3 bulunuyor. Hareketsizlik de Omega-3 eksikliğinin nedenidir. En iyi antidepresan, stres ilaçları değil Omega-3’tür. Bununla ilgili kitaplar ve yazılar da var. Ayrıca Omega-3’ün eksik, Omega-6’nın fazla olması da hem depresyonun hem de ileri yaşlarda ortaya çıkan kronik hastalıkların nedenidir.

Çikolata tüketimi için ne düşünüyorsunuz. Mutluluk verdiği söyleniyor?
Ben doğruluğuna inanmıyorum. Geçici olarak mutluluk verse bile, insülin salgılattığı için daha kötü sonuçlara yol açıyor.

İnsanlarda terleme ve özellikle b.sayar başında omuz ağrıları yaygınlaştı. Bunların sebebi nedir?
Hareketsizlik ve insülin direnci omuz ağrılarının kaynağıdır. Uzun süre yüksek kalan insülin de fibromiyosit dediğimiz ağrıları yapıyor. Yanlış beslenme sonucu trans yağların organizmada birikmesi, hormonal ve inflamatuar faktörleri artırarak ağrılara neden olabiliyor Terlemenin birçok farklı nedeni olabilir. Sigara içmek, nefes almada zorluk çekmek, kronik bronşit, kalp yetersizliği, hormonal bozukluklar vb gibi durumlar terlemeye neden olur.

Üçüncü kitabınız ‘Karatay Mutfağı’ kalıcı kilo verdiren yemek tarifleri sunuyor. Bu kitap fikri nasıl doğdu?
Karatay Diyeti ve Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık kitaplarında az sayıda yemek tarifi örneklerine yer verdim ama okuyucularımdan ve hastalarımdan daha fazla sayıda tarif için çok yoğun talep geldi. Editörümle birlikte sağlıklı mutfak kuralları ve yemek tarifleri üzerine bir kitap hazırladık, o da ‘Karatay Mutfağı’ adıyla kitaplaştı…

 

Karatay Diyeti – Bilimsel Gerçeklerle Kilo Vermenin ABC’si / Yazar: Prof.Dr. Canan Efendigil Karatay / Hayy Kitap / Editör: Nihal Doğan / Kapak Tasarımı: Mükremin Seçim / 1.Baskı Nisan 2011 / 160 Sayfa

Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık – Şişmanlığa Elveda, Mutluluğa Merhaba! / Yazar: Prof.Dr. Canan Efendigil Karatay / Hayy Kitap / Editör: Nihal Doğan / Kapak Tasarımı: Mükremin Seçim / 1.Baskı Kasım 2011 / 264 Sayfa

Karatay Mutfağı – Kalıcı Kilo Verdiren Yemek Tarifleri / Yazar: Prof.Dr. Canan Efendigil Karatay / Hayy Kitap / Editör: Nihal Doğan / Kapak Tasarımı: Mükremin Seçim / 1.Baskı Mayıs 2012 / 288 Sayfa

Canan Efendigil Karatay; 1943 yılında Elazığ’da doğdu. 1967 yılında da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu.1972 yılında İstanbul Üniversitesi Tedavi Kliniği’nde iç hastalıkları uzmanlık eğitimini tamamladıktan sonra, İngiliz hükümeti bursu ile Liverpool Regional Cardiac Center’da kardiyoloji alanında uzmanlık eğitimine başladı.1974-1976 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tedavi Kliniği’nde baş asistan olarak çalıştı.Bu sırada Türkiye’de bir kardiyolog olarak (cerrahi yardım almaksızın) bir ilki gerçekleştirdi. Kalıcı ve geçici kalp pili implantasyonu tekniğini başarıyla uyguladı. Koroner Yoğun Bakım’da ‘Vena Subklavya Ponksiyon’ tekniğini yerleştirdi.1976-1978 yılları arasında, Güney Afrika Cape Town Üniversitesi Groote Schuur Hastanesi’nde, dünyada ilk kez kalp nakli ameliyatını gerçekleştirmiş olan Christian Barnarnd’ın ekibinde çalışarak, doçentlik tezini kalp nakli yapılmış olan hastalar üzerinde gerçekleştirdi ve 1979 yılında doçent oldu. 1995-1997 yılları arasında Gaziantep ve İstanbul’daki birçok özel hastanede, ‘koroner yoğun bakım’ ve ‘koroner anjiyografi laboratuvarları’nı kurdu.1997-2002 yılları arasında Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2002-2006 yılları arasında da Kadir Has Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2006-2010 yılları arasında Türkiye’de ilk ve tek sağlık üniversitesi olan İstanbul Bilim Üniversitesi’nde rektörlük yaptı. Halen İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Ana Bilim Dalları’nda öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. M. Canan Efendigil Karatay, Ali Başak Karatay ile evlidir ve çiftin Mehmet Rahmi Karatay adında bir oğulları bulunmaktadır.

Söyleşi Yazarı:

Sevilay Acar

Yorumlar

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.